17 Ağustos 2013 Cumartesi

Rita Hunter - Ruhun Ateşi // YORUM

Sophie Langford çileden çıktığında birilerinin hayatı kökten değişecekti...
Sevgi dolu bir ailede büyüyen Sophie'nin huzur, zenginlik ve bolca sıradanlıkla geçen hayatındaki tek renk, seneler önce bir kazada ailesini kaybeden kuzeni Liliana'ydı.
Ailesine katıldığı ilk günden itibaren anne ve babasının sevgisi de dahil ona ait her şey üzerinde sinsice hak iddia eden kuzenini kabullendiğini sanıyordu Sophie. Hatta Liliana baş döndüren güzelliğiyle ilk aşkını elinden aldığında bile bu kabulleniş elini kolunu bağlamıştı, çünkü babasına Liliana'ya asla kızmayacağına ve onu seveceğine dair söz vermişti.
Ancak sabrının da sınırları vardı ve bir gün o sınırlar küçük bir olayla ortadan kalktığında Sophie'nin aklındaki tek şey kuzeninin meydan okuyuşuydu.
"İlgimi hak eden erkeği bulduğumda onu baştan çıkarmayı dene... Tabii becerebilirsen..." demişti kuzeni. Eh madem istediği buydu...
Leighton Kontu Brendan Blackmore... Kibirli, buz gibi ve ulaşılmaz bir soyluydu. İnsanda merak, heyecan ve nefret uyandıran onca meziyete sahip bu adamın ilgisini çekmek göründüğünden çok daha zordu. Üstelik o ve Liliana birbirlerinden fazlasıyla hoşlanıyorlardı. Ancak Sophie kararlılığının önüne hiçbir kuvvetin çıkmasına izin veremezdi, çünkü Liliana başına gelecekleri çoktan hak etmişti. Üstelik Brendan Blackmore'u her gördüğünde hissettiği kalp çarpıntısı ve umutsuz arzu başka hiçbir teşvike yer bırakmayacak kadar güçlü ama bir o kadar da ürkütücüydü.
Sophie'ye göre Brendan'a dokunmak buzla yanmaktı ve Sophie yanmak istiyordu.
İkisini bir araya getiren skandal, onları artık geri dönüşü olmayan bir yola soktuğunda Sophie ya pes edecek ya da imkânsız gibi görünse de mutluluk için sonuna kadar direnecekti.





OKUR YAZAR ÇİZER YORUMU

Öncelikle kitabı aldıktan sonra günlerce bir kenarda beklettiğim için yazıklar olsun bana! Sonra da Rita’ya buradan birkaç serzenişte bulunmazsam valla çatlarım. Biliyorum kendimi ben, fazla doymuş Japon balıkları gibi ortadan ikiye ayrılıveririm maazallah.

Sevgili Rita, sen bu Brendan’ı ne diye bu kadar odun, meşe, kütük ve daha sayamayacağım birçok ağaç modeline sokup Sophie’yi de bizi de perişan ettin? Ha bacım, niye yaptın bunu? Kitap boyunca ha oldu ha olacak, aha şimdi insani bir şeyler yapacak derken kitabın son sayfalarına kadar geldim. Allah için adamın tipinden, duruşundan vs asalet akıyordu da olayı toparladı. Orası başka. Orası çok başka. Gel gelelim Brendan’ın bazı tavırları gereğinden fazla soğuk ve abartılıydı ve yalnızca bu kısım beni rahatsız etti. Onun dışında kurgunun işleniş biçimi ve her karakter ayrı ayrı harikaydı.

Sophie’ye acımaktan helak oldum ama sonunda adamı kendine göre güzelce dize getirdi ya… Kedi canını senin! Kitabın başlarında biraz sinik bir karakter gibi gelse de zamanla aslında öyle olmadığını, gerektiğinde çok da güzel dişli olabileceğini kanıtladı benim kızım. Aferin ona. Öpüyorum yanaklarından.

Başlarda o çirkef, pislik, kendine yararı olmayan kuzenini sineye çektiyse de sonlara doğru onun da ne mal olduğunu anlayınca pençelerini çıkardı. –biraz daha sabretse beynimi çıldıracaktım ha!- Bu arada hayatımda da Lilliana kadar şılpıntı –çok afedersiniz de dayanamıyorum- bir karakter daha okumadım. Yazarı burada tebrik etmek lazım. Lilliana’nın kötü karakterini öyle güzel işlemiş ki kadını bulduğunuz yerde ağzına burnuna terlikle vurasınız geliyor. Okurken her güzel olayın yanı başında bitmeyi nasıl başardıysa aynı hızda bir çuval inciri berbat etmeyi de kendine felsefe edinmiş kadın. Durdurulamıyor.

Neyse ben Lilliana konusunu daha fazla deşmeyeceğim. Tepem atıyor. Hiç yoktan sinirlerim zıplıyor. Pislik ya. Serinin üçüncü kitabında da karşıma çıkarsa valla alırım ayağımın altına. Ne demek istediğimi okuyunca anlayacaksınız, kadının ismini duyunca neden kaplan kesildiğime de hak vereceksiniz.

 Öhöm-şimdi asıl konumuza, yani odunumuza gelecek olursak… Allam o nasıl sıcak soğukluktur öyle? Bir adam ancak bu kadar hiçbir şeyi iplemez görünüp her şeyi kafasına takabilirdi. Brendan’ın kızımıza çektirdiklerinin yanında kendi kendine de işkence etmesi pek bir güzeldi. Okuması en keyifli kısımlardan biriydi. Kimseye güvenmemeyi kendine ilke edinmeseydi Sophie’yle ilişkileri biraz daha olaysız olabilirdi sanırım. Ama güzel tarafı da bu aslında. Brendan’ın o tuhaf çekiciliğinin yegane kaynağı güvensizliği ve soğukluğu. Soğuk moğuk dediğime bakmayın adamın her sahnesi sizi saç diplerinize kadar tutuşturuyor.

Bana göre Sophie’nin en tatlı hallerinden birini sergilediği yani sarhoş olduğu bir kısımda Brendan’ın hala o buzluk kalıbından çıkamadığını şöyle örnekleyecek olursam…

“Biraya bayılıyorum ve eğer becerebilseydim bira içtikten sonra geğirirdim. Hem de herkesin yanında… Belki böylece dikkatini çekebilirdim değil mi Bren?Sana Bren diyebilir miyim? Arkadaşların sana öyle diyorlar.

Brendan sadece iç geçirdi. Sophie ne yazık ki içmenin çekicilik kattığı kadınlardan değildi ama bir şekilde Brendan’ın kanını kaynatıyordu.

“Sana soruyorum Bren dememde bir sakınca var mı?”

“Bana Bren dersen Sheba’yı vururum Sophie, yeterince açık mı?”


Sheba, Sophie’nin çok sevdiği atı.      

Vay arkadaş, insan birazcık müsamaha gösterir. Azıcık sıcak davranır. Yok! İlla buzluk buzluk takılacak.

Ama yine de çok tatlıydı be. -bkz:Toz konduramamak.- Bunun gibi birçok atışmalarının olduğu yerler var ve benim en sevdiğim kısımlar Sophie ve Brendan’ın birbirlerine laf sokup durdukları yerler.

 Rita Hunter serinin ilk kitabına kıyasla kalemini ve üslubunu hayli geliştirmiş. Kendine göre bir çizgi yakalamış aslında ve bu kitaba çok yakışmış. Üçüncü ve son kitap olacağını duyduğum Kalbin Ateş’inde de Brendan’ın en yakın arkadaşlarından biri olan ve Ruhun Ateşi boyunca ara ara etkileyici çıkışlar yapan Stephan’ı okuyacağız. Zeynep Hanım’ın yeni doğum yaptığını ve bebişiyle ilgilenmesi gerektiğini biliyorum ama inşallah kitap için bizi çok bekletmez.  Ruhun Ateşi 4.0'lık puanı layıkıyla hak etti.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Olur da eserse diye.