2 Haziran 2013 Pazar

Kısa Bir Hikaye -1




Öfke ve acının yaktığı gözlerimi yere dikmiş, sessizce bekliyordum. Kapıyı ardından yüreğimi ağzıma getirircesine çarpıp çıktığında bile yerimden kıpırdayamamış, hiçbir şey hissetmemiştim. Artık hiçbir şey hissedemeyecekmişim gibi geliyordu. Nefes almayacak, gülmeyecek, konuşmayacak, bakmayacak, duymayacaktım. Bir yanım zihnimi yeniden toparlayıp ayağa kalkmamı söylüyor, diğer yanım ise buna gerek olmadığını, kalbim durana dek orada öylece oturup çürüyüp gitmemin en iyisi olacağını fısıldıyordu. Fısıltı büyüdü, koca bir çığlığa dönüşünceye kadar büyümeye devam etti.

Ellerimi kullanabiliyor olduğumu hatırlayabilseydim eğer kulaklarımı kapatır, o sesi bastırmaya çalışırdım. Yapamıyordum. Acaba bitkisel hayat dedikleri şey de buna mı benziyordu? Fişi çekip beni ebediyen bu aciz durumdan kurtarması için birini bulabilir miydim? Ona para verebilirdim. Tüm varlığımı gözleri önüne serer, “Tavan arasındaki kitaplarım, küçük çalışma odasındaki kitaplarım, merdivenlerdeki kitaplarım, salondaki halının üzerine yığılı olan kitaplarım, mutfak tezgâhının üzerine bıraktığım en sevdiğim kitabım... Hepsi senin olsun." derdim. “Hepsi senin olsun, yeter ki çek şu fişi!”  Sahi benim bir fişim var mıydı? “Şuralarda bir yerlerde olması gerek” diye geçirdim içimden. Birden yürüyebildiğimi hatırladım ve hızla ayağa kalktım. Dehşet içinde etrafıma bakınıyor, bulduğum her şeyi bir kenara itiyordum. Bir fiş olmalıydı, kimse yapmayacaksa bile ben yapabilirdim. Kendi kendimi bu lanet olası acının altında ezilmekten kurtarabilirdim. Sonra birden durdum. “Öyle bir fiş yok ve sen deliliğin eşiğindesin.” diye fısıldayan sesin sahibinin çehresini zihnimde canlandırdığımda yine kıpırdayamaz hale gelmiştim. “Bu sefer değil?” diye bağırdım öfkeyle. “Bu sefer öylece çekip gidemeyeceksin.”


Hemen yanı başımdan geçip giden hayalini görmezden gelmeye çalışıyordum fakat bunu yapamayacağımı kahrolası kalbimin hala atıyor oluşunu bildiğim kadar iyi biliyordum. Boğuk sesi kulaklarımda çınladı bir süre… Evin içinde oradan oraya dolaştım durdum arkasından. Durmak bilmiyor, benim peşinden gittiğimi gördükçe adımlarını daha da sıklaştırıyordu. Üst kata çıkan merdivenlerde tökezleyip düştüğümde ve beni beklemesini söylediğimde bile umursamazca omzunu silkip yürümeye devam etti. Beni umursamıyor, pervasızca kendi bildiğini yapmaya devam ediyordu. “Yeter!” diye sızlandım artık yürüyemeyeceğimi hissettiğim bir anda. “Ne olur dur artık!”


Durdu, gözlerini hafifçe kısmış tam yatak odamın eşiğinde bana usulca gülümsüyordu. O gülümsediğinde dudaklarımın kontrolünü kaybederdim. Her zaman böyle olmuştu. “İşte böyle…” diye mırıldandı bana bakmaya devam ederken. “İşte böyle. Beni karanlıkta bırakmaya hakkın yok!”

Ben son gücümü de sarf edip ona doğru koşup kollarımı boynuna doladığımda kahkahalarımız birbirine karıştı. Beni göğsüne çekmiş saçlarıma dudaklarını değdiriyordu. “Artık gitmeyeceksin değil mi?” diye mırıldandım acı bedenimden çekilmeye çalışırken. Cevap vermedi. Bir süre bekledim, belki de düşünüyordur dedim kendi kendime. İyi de bunda düşünecek ne var diye de sormadan edemedim. Onu bu kadar seven birinin yanında kalmak ne kadar zor olabilirdi ki? Korkuyla kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Orada gördüğüm şeyin etkisiyle mi yoksa kollarını artık üzerimde hissedemiyor oluşumun dehşetiyle mi ağlamaya başladığımı bilmiyordum. Gözyaşları yanaklarımı yakıyor, üzerimi ıslatıyordu. “Yapma!” dedim hıçkırıklarım havayı doldururken. Boğazımın tam ortasında nefes almamı engelleyen bir şey vardı. “O” karanlığın içinde görünmez olana dek ağladım.

Her şeyin bir hayalden ibaret olduğunu, son günlerde çok sık bu tür hayaller gördüğümü düşünerek ağladım. Sanki orada gerçekten biri varmış gibi hissettiren o şeyin kaybolmasını istemiyordum bile. Bunun bir hastalık olduğundan emindim. Çok uzun yıllardır o ilaçları neden kullanmak zorunda olduğumu biliyordum. Ama bir şeyler vardı. Beni rahatsız eden, doğru gelmeyen, boğazımı yakıp ruhuma akan o hissi içimden bir türlü söküp atamıyordum. Bunun sebebi şizofreni hastalığının gün geçtikçe zihnimi ele geçirdiğini bilmem değildi. Sebep yalnızca o hastalıktan keyif alıyor oluşumdu. Hiç olmayan şeyler görmem ve onlara körü körüne inanmam hoşuma gidiyordu. Yanlış olduğunu bildiğim halde ŞİZOFREN bir hastanın, hastalığından kurtulmak istemesini anlayamayacak kadar zevk alıyordum o şeyden. Her şeyi olmasını istediğin gibi görmenin veya kendini diğerlerinden soyutlayıp gerçekten kafanı dinleyebileceğin bir dünya yaratmanın neresi kötü olabilirdi ki?




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Olur da eserse diye.