KÜNYE:
Orjinal Adı: Raven Prince
Sayfa Sayısı: 384
Yayın Yılı: 2010
Yazar: Elizabeth Hoyt
Prens serisinin 1. kitabı.
Farklı dünyalara ait iki inatçı… Zengin ve hırslı bir kont ve kocası tarafından terk edilen genç, güzel ve kaprisli bir dul…
Teslim olmayan bir kadın hislerine ne kadar dur diyebilir?.. Tesadüflerin ördüğü ağlarda arzular mı gurur mu kazanacak?
Çirkinin Aşığı heyecanı yüksek ve kışkırtıcı bir hikaye sunuyor.
OKUR YAZAR ÇİZER YORUMU
Uzun, fazlasıyla uzun bir aradan sonra Historical’a
yeniden dönmek, üstelik Elizabeth Hoyt’un Çirkinin Aşığı’yla bir dönüş yapmak
romantizme kapatmaya çalıştığım beynimde soğuk su etkisi yarattı. Kitap
bittiğinde orada burada zıplayıp “Edward istiyorum ben. İşi gücü bırakıp Edward’ın
huysuz söylenmelerini dinlemek istiyorum.” diyerekten en az bir 24 saat rahat
dolanmışımdır. Çevremdeki zavallıların kitap boyunca dinlemek zorunda
kaldıkları düşük çenemle ilgili yorum yapmayacağım ama siz anladınız onu.
“Ciddi Spoiler!”
uyarımı yapıp hemen kitaba geçmek istiyorum.
Elizabeth, böyle giderse Judith’in tahtında kendine
bir yer açar ve ben de “Historical
okumak istiyorum ama okumaya değecek kitap bulamıyorum.” gibi takıntılarımdan
kurtulmuş olurum. Bu kadın gerçekten
Historical’ın hakkını vererek yazıyor ki günümüzde bu türün öncüleri olarak
kabul gören çok sayıda yazar bile Elizabeth’in yanında yeni doğmuş bebek gibi
kalıyorlar. Kurgu ve olayların gelişim sürecinde, okuyucuyu sıkmayan geçişler
yazabilmek her yiğidin harcı değildir. Her kitapta olduğu gibi Çirkinin Aşığı’nda
da eksiklikler vardı elbette ama o eksiklikleri gözümüzün önüne bile getirmeye
tenezzül etmeyeceğimiz o kadar tatlı bir üslup kullanılmıştı ki kimse çıkıp “Şurası
olmamış, burası şöyle kusurluydu.” demeye cesaret edemez gibi geliyor bana. Hani
ben buna cesaret bile demem çünkü böyle bir eserden sonra bunu söylemek
aptallıktan başka bir şey olamaz. Kusur arayan zihinlerimizi biraz yontmamız gerekiyor
artık. Yaratılan her şey nasıl ki mükemmel olamayacaksa yazılan hiçbir eser de mükemmeliyeti
yakalayamaz diye düşünüyorum.
Neyse, mesajımızı da verdiğimize göre… Artık Edward’ın
kaslarına, ıhım, yani kitabın konusuna geçebiliriz.
Her ne kadar kitabın orijinal ismi Kuzgun Prens olsa
da yayınevinin seçtiği isim de gayet uymuş. Zira başkarakterimiz sevgili Swartingham
Kontu Edward de Raaf –bir adama ismi bu kadar mı yakışır?- genç yaşta geçirdiği
çiçek hastalığı nedeniyle yüzünde ve vücudunun bazı yerlerinde yara izleri
taşıyan bir adam. Yara izlerine rağmen yakışıklılığından ve çocuksuluğundan
hiçbir şey kaybetmemiş olması da cabası. Yine de Lord efendimiz sırf bu yüzden
insan içine çıkmaktan pek hoşlanmıyor. İnsanların ve özellikle de kadınların
yara izlerinden iğrendiklerini düşünüyor ki haksız da sayılmaz. Zamanın
sosyetesi birini dışlamak için malzeme bulmaya görsün… Peki Edward meydanı boş
bırakır mı hiç? Bırakmaz tabii. Huysuz, kaba saba, inatçının önde gideni bir
herif olsa da insanların ona saygı duymalarını bir şekilde sağlıyor. Aslında bu
umurunda da değil ya, neyse.
Edward de Raaf ailesini kaybettikten sonra bir
evlilik yapmış fakat doğum esnasında eşini ve çocuğunu aynı anda kaybettiği
için derin yaralar almıştır. Üstelik eşi onu hiçbir zaman sevmediğini söylemiş
ve böylesine iğrenç bir adamla evlenmek zorunda bırakıldığı için lanet ederek
ölmüştür. Bu olayın ardından Edward uzun süre yalnız kalmış, yalnızlığa da
alışmaya başlamıştır. Bir gün –mübarek gün- huysuzluğundan durmadan şikâyet
etmesinden bıkıp usanan sekreterleri art arda kaçmaya başlayınca yardımcısına
doğru düzgün bir sekreter bulmasını emreder. O esnada yıllar önce dul kalmış,
ölen kocasının annesine ve evdeki hizmetkârlara bakmak için canını dişine takmış
Anna Wren tesadüfen Kont’un yardımcısıyla karşılaşır ve sekreterliği
memnuniyetle kabul edeceğini söyler. Tabii Kont’un bundan haberi olmaz.
Sekreterinin bir kadın olacağını bilmiyordur çünkü kâhya efendi Edward’a
kaçamak cevaplar verip durumu geçiştirir. Edward o sırada şehre gitmek
zorundadır ve döndüğünde sekreterinin yapması gereken her şeyi eksiksiz olarak
masasında bulmayı umut eder. Hayaller, hayaller… Masasında bulduğu, neredeyse
eksiksiz yapılmış işler dışında bir adet Anna Wren olmuştur ki Kont kadını
gördüğü anda olaylar kontrolü dışında gelişmeye başlar. Onu işten atamaz çünkü
kadın birçok sekreterden daha beceriklidir. En önemlisi Edward’a karşı müthiş
sabırlıdır. Birlikte Kont’un arazilerini gezip ota püsüre yorum bile
yapıyorlar, daha ne olsun?
Gel zaman git zaman Kont ve Anna arasında kaçınılmaz
bir çekim başlar ve kendilerine engel olmakta oldukça zorlanırlar. Edward, Anna’nın
çocuksuz bir dul olduğunu ve dolayısıyla
da kısır olabileceğini bildiği için kendini ondan uzak tutmaya çalışır. Hem
zaten Anna’yla tanışmadan önce şehre gittiği sırada kendi çapında bir nişan
anlaşması yapmıştır –it herif- ki bu da
işleri daha da çıkmaza sokmuştur. Nişanlı, soyunu devam ettirecek ve hayatına
az da olsa neşe katacak bir çocuk istiyor ve en önemlisi de Anna’ya olan
duygularının yoğunluğu onu korkutuyor.
Edward, Anna’nın etrafında içine düştüğü tutkuyu az
da olsa gidermek ve tabiri caizse kadının üzerine yanlışlıkla falan atlamamak
için Afrodit’in Mekanı denen bir yere gitmeye kadar verir ve Anna da bunu fark
eder. Bu arada Edward yüzünden gözüm dönmüş kadın karakter hakkında bilgi
vermeyi unutmuşum. –ama haksız mıyım Allah aşkına? Adam durmadan küfür ediyor,
tatlı tatlı hem de. Şirin şirin ediyor küfürünü. Edepli edepli ediyor. Gel de
bu adama deli olma.-
Şimdi bu Anna, Edward’ı deli gibi istiyor anam. Daha
açık nasıl anlatılır bilmiyorum. Elinde olsa adamı tenha yerlerde kıstırıp
üstünü başını parçalamaya başlayacak ama o fırsatı vermiyorlar ki garibime. O da ne yapsın, adamın başka bir kadınla
birlikte olmasını kaldıramayacağını bildiğinden yan karakterlerden birinin
yardımıyla kendini Afrodit’in Mekânı’nda yüzünde kocaman bir kelebek
maskesiyle, yarı çıplak buluveriyor. Ondan sonra da olanlar oluyor zaten. Edward,
seviştiği kadının Anna olduğundan habersiz hayatının en güzel sevişmesini
yaşıyor. Burada araya sızmak zorundayım. Bir yazar erotizmi ancak bu kadar
abartısız ve güzel ifade edebilirdi sayın okurlar. Elizabeth o sahneleri öyle
bir yazmış, öyle bir tarz oluşturmuş ki “Allah’ım nolur diğer kitaplarında da
bu tarzının dışına çıkmamış olsun, NOLURRR! ^-^” diye yalvarmaktan dilimde tüy
bitti.
Üst üste iki gece seviştikten sonra –ben bir ay
falan o mekândan adım atmazlar diye bekliyordum ama neyse hadi bir şey
demiyorum- bu ikisi eski yaşamlarına
geri dönerler fakat Edward seviştiği kadından bu kadar etkilenmesine bir anlam
verememektedir ve daha da kötüsü Anna’yı aldatmış gibi hissetmektedir. Olaylar çığırından
çıkar, Anna’nın sırları ve duyguları tehlikeye girer. Düşmanlar ardı ardına
tünemeye başlayınca çiftimiz kendilerini hiç beklemedikleri bir oyunun
ortasında bulurlar.
Bundan sonrası artık kabul etmek istemedikleri aşklarının
ve sonsuz tutkularının derinliğine kalmıştır.
Kitabın sonu birçok Historical romana nazaran
beklenmedik bir şekilde bitince yüzümdeki sırıtmayla saatlerce gözlerimi
kırpıştırıp durdum.
Elizabeth Hoyt, Judith’den sonra beni etkileyen en
iyi Historical yazarı diyorum başka da bir şey demiyorum. Serinin devamını
Çirkininin Aşığı için kenara itelenmiş kitaplarımı bitirir bitirmez almayı
düşünüyorum. Büyük ihtimalle bir haftayı geçmez. Sabırlı bir insan olmamla anılmadığım
doğrudur.
Sevgiler, saygılar (:
-Bol bol Edward’lı kitaplar okumanızı dilerim.
Vay canına... eğlenceli ve eleştirel yorum bu olsa gerek.Tebrik ediyorum sizi. Blogger hesabım olmadığı halde başka bir paylaşım sitesi aracılığıyla bloğunuza denk geldim ve sırf bu yüzden blog açıp sürekli takipte kalmayı planlıyorum. Sık sık yorum yapmıyorsunuz sanırım ama öyle olmasını umut ediyorum. Historicalle uzaktan yakından alakam olmamasına rağmen şu yorumdan sonra kitapçıya uğramam gerekiyor.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Miraç
SilBir erkeğin Historical'le ne kadar alakalı olması gerektiğini bilmemekle beraber, kitapçıya uğramakta her zaman fayda vardır (: Sık sık yorum yapmak için de yemek yerken vs bilgisayarın başına oturmam gerekir ki ben o halde yorum yapmaya kalkarsam konu çok farklı yerlere gidebilir. Vakit buldukça bir şeyler yazmaya çalışıyorum. İşten güçten gün içinde okumak için bile pek vaktim olmuyor, geceye sarkıttığım oluyor. O yüzden sıklık konusunda kesin bir şey söyleyemeyeceğim. (: